29 Haziran 2010 Salı

Bir vaktin gölgesindeyiz ikimizde. Sırayla sıramızı bekledik birbirimizi sevmek için. Zaman geçiyor... Bezm-i elestten bu yana bana ait olduğunu bildiğim halde bekledim seni. Sabrı seninle öğrenmekti benim yaptığım.
Bir tedavi başlangıcı. Seni sevmek için sana ulaşmak. Biraz daha yaklaşmak, böylece beni sevmeni sağlamak. Belki de yaptığım şey bir işti.... Bu dünyaya ait olan bir şeydi belki de seni sevmek. Seni sevmek yaratıldığım andan itibaren seni aramaktı. Bulduktan sonra daha çok aramaya başladım seni, iç dünyanda.
Bir başlangıcı tatmak üzereyiz şimdi ikimiz. Yeni bir dünya açmak üzereyiz gezegenimizde. Güneşin sadece bizim için doğduğu yeni bir güne uyanmak üzereyiz.

Hissediyorum çok yakında
Aşk ilinde doğan bir güneşe merhaba demek için
Geleceğini biliyorum.

Ve o zaman gözlerine bakıp
Seni çoktan tanıdığımı söyleyeceğim
Bezm-i elestten bu yana..


25 Haziran 2010 Cuma


"Bir çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim, kelimeden, sevgiden bir köprü. Sanat düşüncenin, düşünce mukaddeslerin emrinde olmalı. Hakikat, mukaddeslerin mukaddesi.. Hakikat ve sevgi.

Hafızasını kaybeden bu zavallı nesilleri biz mahvettik, bu cinayet hepimizin eseri, hepimizin yanı aydınların."

Cemil Meriç

Hayat, sen-le ben arasında bir çizgiydi sadece. Bekledim seni, çizgiyi aşmanı. Yanımda olmanı. Ne zaman ayağını bu tarafa atsan aklın kalıyordu oysa çizginin diğer tarafında...
Kuyudan, yukarıda kuyuya bakan çocuğa; burası çok karanlık çocuk! Burası çok soğuk. Üşüdüm yıllarca, yıllarca kahrettim yalnızlığa, yıllarca aradım durdum bu küçücük kuyuda. Çok pis burası çocuk, yıllarca aradığım sevgiyi bulamayacağım kadar pis. Diplere dalmak istedim sonra, en diplere.. ama korktum. Beni bekleyen sonun ne olduğunu bilmiyordum. Çizgiyi geçemedim. Hadi aş artık çizgini de atla kuyuya. Biliyorum sana yine ulaşamayacağım. En diplere gömüleceksin yine. Yine korkacağım. Cesaretsizliğim yüzünden sevgiden mahrum, her an kuyuya mak-kum öleceğim. Yine de, Çizgini aş ve kuyaya atla!
Bekliyorum hala. Ne zaman tanrının beni izlediğini düşünsem biraz daha öfke depoluyorum eriyen ruhumda. Sevgiyi bekliyorum hala. Kuyuya atlamaktan çekinen küçük çocukların ruhlarını satın almaya karar veriyorum bir an. Sadece bir an kötülüğü düşünüyorum.
Yukarıdayken, salıncakta sallanırdık. Duygularımız kırılmasın diye kenara koyardık... Çoğu çocuk unutup gitti.
Duyguları olmadan yaşadılar.
İyi oynadılar...
Ama;
Duygusuz çocuklar kuyudan korktular...

24 Haziran 2010 Perşembe

Yollara çıkmak ve bir fahişenin günah aradığı gibi benliğini aramak.
Çok zordu artık hayal kurmak ve bizde yorulmuştuk. Çoğu zaman olmayacak şeyler istedik inanmadığımız tanrıdan, karşılık bekledik ama ne bir ses ne bir haber. Hep mutsuzduk. Belki de inanmak lazımdı, belki biraz sevgi... Ama yokluk cennetinde sevgiyi 'bul-mak'ta bize düşmüyordu. Bunca insan vardı? Bunca varlık... Bize mi kalmıştı en iyisini düşünmek. Köşemize çekildik bizde. O pis kokulu, kimsenin olmadığı sokak kenarları. Hiçbir iyi insan dönüp bakmadı. Kötülükle savaştık yine de. Bir cennettesin insanoğlu diyenlere inat. Sahi ya... Sürekli teselli vardı birde. Her şey için bir teselli yaratmışlardı. Dünya kötü diyorduk o zaman cennete gitmek için çabala diyorlardı...
Çaba? Çabalamakta bize düşmüyordu, en azından yakışmıyordu. Köşemizde ölüme mah-kumduk. ve son bir isteğimiz vardı belki insanlıktan belki de tanrıdan. Son bir istek. Son nefesimizi verirken gökyüzünün masmavi olduğunu görebilmek...

23 Haziran 2010 Çarşamba

oh lucifer oh laisses-moi rien qu'une fois
glisser mes doigts dans les cheveux d'esmeralda

Fransızcayı seviyorum.
Bu şarkıyı da...

22 Haziran 2010 Salı

Yazmak istiyorum. Bazen hayatımı yazmak istiyorum bazense başımdan geçen çok sıradan olayları anlatmak istiyorum. Seslenmek istiyorum insanlara. Onlarla aynı dili konuşmak istiyorum. ''Aaa bak ben de böyle düşünmüştüm''den çok ''Aa ben bu tarafını düşünmemiştim hiç bu olayın'' demelerini istiyorum yazılarımı okuduklarında. Mutlu olmak istiyorum yazıklarımla. Yazıklarımı okuyup ''Güzel yazmışım, tekrar otur yaz aynı yazıyı deseler yazamam heralde'' demek istiyorum.
Ama olmuyor işte. Alıyorum elime kağıdı kalemi birkaç cümle sıralıyorum. Olmuyor. Anlatmak istediklerim gittikçe sıradanlaşıyor. İşime gelmiyor sonra yazmak.. Sonra devam ederim diyerek bırakıyorum. Ama biliyorum ki bu işin sonrası hiç olmuyor. İnsan yazmaya başladığı vakit bitirmeli o yazıyı. Belki de sırf bu yüzden ileride bir kitabım olmayacak. İnsanlar ''Hey, kitap nasıl gidiyor bakalım?'' dedikleride onlara ''Sıkıldım bıraktım yazmayı'' mı diyeceğim? İnsan anlatmak istediklerinden sıkılır mı hiç?
Artık çektiğim acıdan bile sıkılır oldum. Acımı yansıttım bunca yazımda. Hep kendimden bahsettim, hep hedefim insanlardı; seçtiğim yol umutsuzluk. Aslında bunu anlatmak istemedim ben. Benimle aynı düşünceye sahip olmayan insanların beni anlamasını bekleyemem ya? Ben olmalıydı herkes, olaylara bakış açımı bilmelilerdi, yazıyı okuduktan sonra acılarını dindirmelilerdi. Ama aslında anlatmak istediğim bu değildi.. Anlatmak istediklerim çok başkaydı, yazdıklarım çok başka. Denedim.. Değişik şeyler yazmayı, kurgulamayı denedim. Ama olmadı; kurguladığım insanlar bile benim gibi düşündüler, hep insanlara mesaj vermek istediler. Hareketleri tavırları, hep insanlardan uzaklaşmaktan yanaydı. Ben de öldürdüm tüm kahramanları, tüm kurguları. Hepsi birer palavraydı. Hepsi küçük birer Cansu.
Yazmak istiyorum. Belki de bir öykü.. Girişi gelişmesi sonucu olan bir yazı. Bir şeyler.. Haldun Taner ödülünü almak istiyorum. Hayalimin ütopyasında olmak istiyorum sadece. Bir öykü tasarlamak istiyorum. Kafamın içinde dönüp dolaşan binlerce kelime varken ben hala öykümün konusunu bulamıyorum. Dolaşıyorum, tüm şehri turluyorum, tüm insanlar sıradan geliyor... Tüm yaşantılar anlatılmayacak kadar değersiz.
Bir Barış Manço olup yediden yetmişe herkese hitap edemeyeceğim sanırım, ya da bir Oğuz Atay olup insanların içlerindeki acılarla dalga geçmelerini öğretemeyeceğim insanoğluna.. İşte yine başlıyorum, umutsuzca cümleler kurmaya. Sanırım ben sürekli kendini tekrar eden bir kalemim. Sürekli aynı cümleleri kurmakla görevlendirilmişim. Kelime haznem çok kısıtlı, o yüzden hep aynı kelimelerle farklı cümleler kurma çabam. Ama olmuyor. Duygunun az olduğu bir yaşamda nefret duygusunun doruk noktasına ulaşmış bir kalem sadece aynı kelimelerle aynı cümleler kurabiliyor.
Ben sürekli savaşıyorum insanlarla, sürekli savaşmaya devam edeceğim. Durmaksızın onlarla yarışacağım. Onların içinde olmadıkça da istediğim güce sahip olamayacağım. Bir öykü yazmak için onların içinde olmam lazım.. Ama onlara uzaktan bakmakla yetiniyorum sadece. Aralarına sokulduğumda hayatlarını sıradan buluyorum.
Ahh insanlık, bilsen kafamın içinde dönüp dolaşan düşünceleri, bilsen benim için Dünya-sız'lığın değerini. Beni biraz anlamaya başlasan veya... Gelir bir öykü olursun kalemimden çıkan.
Çocukken kilitli defterlerin içine yazılmış aptalca sözler vardı ya hani; ''Bana bu kalbin kadar temiz sayfayı ayardığın için... Daha fazla yazacak-idim ancak; kalemimi tavşanlar yedi.'' işte o cümleleri tüketerek sıradanlaşan bir çocukluğun üstüne, kalkıp nasıl da bir kitap yazmamı bekleyebilir ki insanlar? Ben insanlardan hep o cümlelerle kaçtım... Daha fazla yazmak isterdim ama.... Mürekkebim mi bitti diyeceğim okurlarıma? Daha fazlasını yazarım elbet, elbet daha çok yazarım. Ama bir noktadan sonra yalanlar başlar. İnsanların arasına girmek için tükettiğim yalanlar gibi. ''Aman tanrım bugün ne kadar da güzelsin.'' ''Bebeğim seni ne çok sevdiğimi bir bilsen.'' ''Bugün ne kadar güzel bir gün, seninle çıkıp şimdi sahilde oturmak için nelerimi vermezdim.'' ''Bu kalbin kadar temiz sayfayı bana ayırdığın için...'' vs. bu sıradan cümleleri onlardan birisi olmadığımı anlamamaları için insanoğluna sarf edip durdum yıllarca. Şimdi kalkıp onların içinden bir hayatı nasıl yazacağım? Kurgulamak istediğim kahramanlar başta onlardan birisi olacak sonra sıradan cümleleri tüketecek kalemim sonra ise... Sonra yalanlar başlayacak. Sonu gelmeyecek yalanlar.
Yaşadıkça yalan söylemeye devam edeceğim. Bencillikle donanmış bir dünyada, yalandan kelimeler olmadan yaşayamaz insan. Anlamaz yoksa yaşadığından. Gerçeğe yani mutsuzluğa yönelir. Mutluluk gibi bir şeyi yaratmış insan kalkıpta mutsuzluğu seçer mi? Seçmez! Bu yüzden yalanlarına devam eder... Yaşadığı süre boyunca bencilliği uğruna yalanlarını sıralamaya.. Sonra mutluluğu bulur. Mutlu olur. Yaşam'ı sever. Gitmek istemez. Dünya'yı bırakmak istemez. İnsanları..
İşte yine başladım yazmak istediğim şeyden çok uzaklara gitmeye. Ahh bu beynim. Durmadan çalışmak zorunda mı? Durmadan düşünmek zorunda mı? Durmadan bir şeyler zırvalamak zorunda mı? Susturmak istiyorum beynimi, ya da tek bir şeye odaklanmasını istiyorum. Tek bir hayata. Kurguladığım yaşama odaklansın... Beynim yazmak istediklerim için çalışsın sadece, anlatmak istediklerim...
Ahh insanlık, beni ancak şu sıradan hayatlarınız çok üzüyor. Biliyorum. Benim hayatım aranızdaki en sıradan hayat. Belki de bu yüzden çok üzülüyorumdur...
Çok farklı beklentilerim, çok daha güzel isteklerim var yaşamdan. Ama biliyorum olmayacak şeyler bunlar. Düşüncede kalıcak hepsi, yazıya bile dökemeyeceğim. Beceremiyorum... Yazmayı beceremeyen insan yaşamasın daha iyi. Gidiyorum insanlık. Yazmak için gidiyorum. Yazamazsam... Yazamazsam eğer, son yazımı yazacağım belki de. Bir intihar mektubu. Ama belki onu da yazmaktan vazgeçerim kim bilir... İntiharım bile sıradan olur böylelikle. Her yaşantı gibi.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Ve kadın dönüp adamın kulağına fısıldadı:
''Seni seviyorum''
Adam kadını hayali arkadaşlarından birisi olarak saymaya başlamıştı,
''Sen yoksan bile seni sev-mek beni var ediyor.''
Çevresine bakındı ve hızla uzaklaştı.

Şizofren olmak istiyorum.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Üç dakika içinde kendini yok eden bir ruh girmiş bedenine.

Sarhoşken söylediğin hiçbir sözü hatırlamazsın sanırdım.
Oysa gam biriktiriyormuşsun hala.

Biraz korkmuş biraz ürkmüş,
Belki de biraz pişman
Çocuksu bir suratın vardı
Ne desen kabul etmeye hazırdım
Ama tutmadı dileklerimiz
Atmosfere giren her yıldızdan medet ummuştuk oysa
Özür diledim bu sefer sadece

Yıl-dız-lardan

18 Haziran 2010 Cuma

Ve sonra sustu.
Yapamam baba diye yalvarıyordu gözleri.
Bu dünyada yaşamak çok zor.
O anda anladım,
Çocuklara sevinç duygusunun
Hayal duygusunun
Neden bu kadar çok aşılandığını.
Farketmesinler istiyordu ,
Dünyanın kötülüğünü küçük bedenleriyle çekemezlerdi.
Yaşasınlar istiyordu.

Düş çocuk, düştükçe göreceksin üstadların ayak izlerini!
Cinayeti öğrendiler... onlara öylesine heyecan veriyordu ki bu, spor olsun diye birbirlerini öldürmeye başladılar ve savaşı buldular; en büyük adım buydu onlar için.

12 Haziran 2010 Cumartesi

Hastalıklı bir ruha sahibim.
Kalbim ritim tutmaktan yorulmuş artık.
Bedenim de çoktan pes etmeye razı..
Yine de bir şeyler ters gidiyor,
Adam akıllı yaşayamadık bari,
Hayatın yırtıklarından saatin tik-taklarını dinlemekte hoş değil hani
Gidelim dedik
O da olmadı..
Onu da beceremedi bu ruh
Koltuğundan kalkıp ölmeyi bile beceremedi.

Sev dedim,
Olmadı

Tutun dedim hayata,
Bir insana,
Belki de bir çocuğa
Tutunamadı

Bu ruh,
Beni dinlemiyor artık
Sonu geldi.

8 Haziran 2010 Salı

Tanrı biliyor ya! Çoğu zaman bir daha uyanmama isteğiyle hatta umuduyla yatıyorum yatağıma; sabah gözlerimi açıpta güneşi gördüğümde içerliyorum...

Goethe