23 Kasım 2010 Salı

ZAMAN KIRINTILARI



Biz, zaman kırıntıları,
Zaman sinekleri,
Tozlu camlarında günlerin sessiz kanat çırpanlar
Ve lüzumsuz görenler artık
Bu aydınlıkta kendi gölgelerini!

Sanki siyah, simsiyah taşlar içinde
Siyah, simsiyah kovuklarda yaşadık biz,
Sanki hiç görmedik birbirimizi,
Sanki hiç tanışmadık!
Dünya bize öyle kapattı kendisini...




Neye yarar hatırlamak,
Neye yarar bu cılız ışıklı bahçelerde
Hatırlamak geçmiş şeyleri,
Bu beyhude akşam bahçesinde
Kapanırken üstümüze böyle
Zaman çemberi
Hatırlıyor yetmez mi
Güneşe uzanan ellerimiz!

Aynalar sonsuz boşluğa
Çoktan salıverdi çehremizi,
Yüzüyoruz,
İpi kopmuş uçurtmalar gibi.
Biz uzak seyircisi bu aydınlık oyunun,
Birdenbire bulanlar içlerinde
Gülüncün sırrını,
Ne kadar benziyoruz şimdi,
Aynı tezgâhtan çıkmış testilere
Bir şey, bir şey kaldırdı bütün ayrılıkları!


Baksak aynalara
Tanır mıyız kendimizi,
Tanır mıyız bu kaskatı
Bu zalim inkârın arasından
Sevdiklerimizi.


Ben zamanı gördüm,
İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,
Bir mezar böyle kazılırdı ancak,
Yıldırımsız ve baltasız,
Bir orman böyle devrildi!
Ben zamanı gördüm,
Kaç bakışta bozdu hayalimi,
Ve kaç düşüncede!
Ben zamanı gördüm,
Şimşek gibi bir ânın uçurumunda.

Kim tanır bizi şimden sonra,
Aydınlığı kıt gecemize
Misafir olanlardan başka;
Kuru tahta üstünde bizimle
Paylaşanlar günlerimizi
Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe
Ancak tanır bizi
Mor çemberlerin uçuştuğu akşam sularından!
Akşamın tek bir ağaç gibi
Dal budak saldığı sular
Çocukluk rüyalarının bahçesi!
Sakın kimse el sürmesin dallara,
Yapraklar, meyvalar olduğu gibi kalsın
Benim uykum boyunca!

Ben zamanı gördüm,
Devrilmiş sütunları arasından
Çok eski bir sarayın
Alnında mor salkımlar vardı
Ve ilâhlar kadar güzeldi.
Uçmak için kanatlanmayı bekleyen
Yavru kuş gibi doğduğu kayada
Ben zamanı gördüm
Çırpınırken avuçlarımda.

Bak martılar kanat çırpıyor sana
Bir rüyadan kopmuş gibi bembeyaz
Yelkovan kuşları yalıyor suyu,
Sen ki bakışından yumuşak bir yaz
Gülümser en yeşil gecesinden
Ve sesin durmadan, durmadan örer,
Yıldız yosunu bir uykuyu...
Bak, martılar kanat çırpıyor sana.

Süzülen yelkenler var enginde,
Dalgalar var, güneş var.
Güneş ayna ayna, güneş pul pul
Güneş saçlarınla oynar
Omzundan tutar giydirir seni,
Sırtında tül olur belinde kemer
Boynunda inci
Ve dişlerinin zâlim çocuk sevinci
Birden Tanrılaşırsın genç adımlarında
Mevsimler önünde çözer yükünü
Bahçeler yığılır eteklerine!
Rüya ile
Hayal arasında
Hayal ile
Hakikat arasında
Yalnız sen varsın!
Gece ile
Gündüz arasında
Güneşle
Göz arasında
Yalnız sen varsın!

Niçin sen yaratmadın bu dünyayı?
Ellerinin mesut işaretlerinden
Daha güzel doğardı eşya!
Daha zengin olurdu aydınlık
Kendi karanlığından çağırsaydı sesin,
Sular başka türlü akardı
Sert kayalardan göklere doğru
Büyük, mavi, aydınlık sular!

Eğilme sakın üstüne
Kendi yeşilinde boğulmuş havuzların,
Ve bırakma saçlarını tarasın rüzgâr,
Durmadan çukurlaşan bu aynada!
Bilinmez hangi uzaklara götürür seni
Dudak dudağa öpüştüğün hayal!
Sokma güneşle arana,
İmkânsızın parıltısını!
Ve tanımadan, hiç tanımadan sev insanları!
Değişmenin ebedî olduğu yerde
Güzeldir hayat!

Ne kadar uzak, uzak
Yollardan gelir bize
Ve çok yabancı bir şey gibi sevinçlerimiz,
Keder durmadan çiçek açar içimizde.
Ne çıkar unuttuk hepsini!

Biz ki boş yere gerilmişiz anladık artık,
Yıldızların amansız çarkına
Ve boş yere sızlamış kemiklerimiz,
Bilmiyoruz şimdi, mevsim yaz mı, bahar mı
Bahçelerde hâlâ güller açar mı,
Bilmiyoruz, kadınlar, kızlar,
Şarkılar masallar var mı?
Gece ile gündüz,
Acıdan kaskatı kesilmiş yüz,
Uykusuzluktan harap göz,
Öpüşen dudaklar,
Çözülmeye razı olmayan eller var mı?
Ayrılık var mı gurbet var mı?
Biz beyhude yere gecikenler,
Çoktan bitmiş bir yolun ucunda
Bilmiyoruz şimdi ıssız gecede
Ne yapar ne eder,
Gidip de gelmeyenler,
Beyhude bekleyenler!
Biz ayın çıplak arsasında
Savrulan zaman kırıntıları.

Nerden bilelim bunları!



Ahmet Hamdi Tanpınar

14 Eylül 2010 Salı

değişen bir şeyler var sanki.
insanların bakışları, yağan yağmur, şehiir hep aynıydı
ama yine de değişen bir şey var
pencereden baktığımda beni ürperten rüzgarın bana söylemek istediği bir şey var
şimdi eski bir şarkı gibi yağmurlar
yağdıkça anı yağdıkça hüzün
yağmur yağıyor bugün
ağlasam karışır gider mi yokluğa?


31 Ağustos 2010 Salı

"Ve çekip gidecekse bu can tenden.. Neden böyle sadık bana iskeletim?"

Pablo Neruda


"En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur sırf uzaklaşmak için, ve geride kalanlar birinin onlardan uzaklaşmayı neden isteyebileceğini bir türlü tam olarak anlayamazlar.."

Charles Bukowski

26 Ağustos 2010 Perşembe

Hani gecenin bir yarısıdır
Balkona çıkmışsındır sebepsiz
Bir rüzgar eser ya
Hani seni senden alıp götürecek bir rüzgar
Hani gecenin verdiği huzurla oturursun ya kaldırımlarda
Güneş sımsıcak gülümser ya ardından
Hani hiç beklemiyorsundur ama
Üstüne yağmur çiseler ya birkaç damla
Hani sen varsın ya
Hani senin gibi
Yağmurlar var ya
Öyle bir şey işte
Aşk'ın tadı
Öyle bir şey...

1 Ağustos 2010 Pazar

Bedenimi satın alabilirsin, ruhumu da...

Elime tutuşturulmuş yaşam dilekçesiyle dünyanın kapısından adım atıyorum. Tanrı bedenime ruhumu üflediği andan itibaren şaşkınım. Bu hastalıklı ruhla birlikte dünyaya adım atmaktan çekiniyorum. Olay bağladığı anda O yoktu. Ruh bedene girdiği anda da yoktu ortalıkta. Aslında buna olay denilemez. Sıradan bir şeydi insanlık için. Yeni bir ruh hayat buluyordu anne karnında. Oysa ruh korkuyordu. En başından beri hissetmiştim. Ya korku benimle birlikte dünyaya gelecekti ya da varolmanın bedelini korkuyla ödeyecek olan tek insan olacaktım. Soğuk bir perşembe günüydü. Olay için de zaten en uygun gün perşembeydi. Bir annenin dünyaya hastalıklı bir ruh getirme günüydü perşembe. Daha çok korkuyordum. Daha sevinci görmemiş, gözyaşından nasibini almamış ruhum korkuyordu. Soğuk bir perşembe gecesi dünyaya gelmem gerekti. Tanrı neden bugünü seçti bilmiyorum ama, sanki olacaklardan haberdarmışım gibi daha doğmadan ölüm korkusu çökmüştü üzerime. Dünyaya gözlerimi açmak için bir gece vaktini bulmuş ama ilk acımı tatmıştım şimdiden. İnsanoğlu o berbat heyecan duygusuna karşılık hayatımı sahneye atmıştı. Tam dünyaya geleceğim derken hız sonucu yoldan çıkmış ve dört takla atmış arabanın içinde baygın yatan annenin karnında, korkuyordum. Kendi hayatına bile doğru - düzgün sahip çıkamayan insanoğlu küçük bir ruhun yaşaması için savaş veriyordu şimdi. Annesini ve babasını dünyaya merhaba dediği anda kaybeden hastalıklı ruhum ölüm karşısında direnmişti yıllarca. Olayın üstünden tam yirmi iki yıl geçti. Ruhum ölüm karşısında duruyordu ama bedenimin dayanacak gücü kalmamıştı. Beden ruhtan can alıyordu ama ruh da elinde sonunda onun için hazırladığım ölüm projelerinden bir tanesinin kaçınılmaz sonucunu yaşayacaktı. Dünya kapısından adım attığım andan itibaren elime tutuşturulan yaşam dilekçesinin verdiği huzurla sorgulamadan yaşadım. Fakat yaşam dilekçemi kaybetmiştim. En son O'na vermiştim. Yaşam dilekçemi kaybedince ölüm için dilekçe yazmaya başladım. Olayın üstünden yirmi iki yıl geçmişti ve şimdi masamın üstünde on altı ölüm dilekçesi duruyordu. Bir çoğu kabul edilmemiş eski dilekçeler. Dünyanın doğuşundan çok sonra dünyaya gelmiş bir peygamber kadar tek ve yalnızım ben. Ama tek yalnızlığımız benziyor sanırım onunla da... Bir görevim yok benim bu dünyada. Ne insanlara kabul ettirmek istediğim bir gerçek var ne de onlardan inanç bekleyecek kadar sağlıklı bir beynim. Evet aslında bir gerçeğim var. Tanrı acı kavramını benden sonra yaratmış. Üstümde sınıyor sanırım. Ama insanları bu gerçekle yüzyüze getiremem. Bu kadar basit değil gerçeğim. İnsanların ölümlere bile birkaç gün üzüldükleri bu dünyaya benliğimdeki acıyı gösterecek kadar basit değil ruh savaşlarım. Hastalıklı bir hücreyim ben. Evren yok olmam için tüm gücüyle çalışıyor. Size ruhum neden sonra parçalandı anlatıyım.
Yaşamak için yemin etmiş bir beden ruhumu esir almış, duygularımı ruhuma salık vermemesi için kalbimi tehdit ediyor. Sonra O geldi... Bedenim ruhuma söz geçiremez oldu, kalbim tehditlere aldırmaz hale geldi. İlk kez dünyada yaşamayı bir amaca bağladı ruhum. Hastalıklı ruhum ilk kez iyileşmek için savaştı. Ruhumu tamamlayan bir şeydi O. Kalbim damarlarıma sevgi duygusunu pompalıyordu. O ise benim damarımdı -kalbe giden yolum- Ben O'nu yaşatıyordum. Ben O'nsuz O bensiz olmazdı... Ama insanlar... Ruhlarını kaybetmiş, bedenleriyle Aşk'ı anlamaya çalışan insanlar O'nun olmadığını iddia ettiler. İddia etmekle kalmadılar O'nun bir hastalık olduğunu savunup, yıllarca gözü kitaptan kalkmamış müritlerinin Aşk'ımı satın almak için ürettikleri ilaçlarla O'nu ruhumdan aldılar.
Ruhumu tedavi ettiklerini sanan bu insanlara birkaç gün sonra ölüm haberim gittiğinde de şaşırmayacaklarını biliyorum.
Günde iki dilekçe yazmaya başladım artık. Biliyorum yakında boyun eğecekler ölümcül ''ölüm'' inadıma.

30 Temmuz 2010 Cuma

Aslında bir yerlerden başlamak gerekiyor söze.
Bir ucundan tutmak gerek hayatın
Gittikçe eskiyen bir kağıt parçası gibi
Solup gidecek ömrümüz
Üstümüze yazı yazılmasına izin bile vermeden.
Kabul edemediğim gerçekler var sanırım hala
Hala Aşk'ın ötesine geçemediğim bir zaman dilimi var
Neyi söylesem onu düşünme diyorlar
Korkunun doruklara ulaştığı zamana gelmek üzereyim
Bu kadar tek düze bir yaşam olabilir mi?
Her şey aynı sırayla..
Sevmek, aşık olmak, korkmak, acı çekmek
Bu kadar sıra'dan olmamalı hayat
İzin vermemeliydim
En başından görmeliydim bunu
Ama şimdi başlayacak gücüm yok
Allah'a yaklaşıyorum
Sadece duyguları yaşadıkça onu hissediyorum
Mantıktan eser yok yazdığım en büyük eserde
Duygularımla kahrolmayı seçiyorum
Başlayamıyorum

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Sıkıldım -ti sesi veren hayattan, kendimden kaçıyorum bu sefer de.
Nerelere gitsem uzaksın bana nasılsa...
İğneyle ipliği bile buluşturan Tanrıya göre
Yakışmadı sanırım ruhum ruhuna
Ama tek bir şey öğrendiğimi iyi biliyorum
Tanrıya göre bu evren bir hiçti
Evrene göre biz bir hiçtik.
İntahar gibi bir şey bu
Kaçıyorum işte...

6 Temmuz 2010 Salı

S E V İ 'yesiz İlişkilere

Mütemadiyen yaşam sırlarımı insanlarla paylaşır oldum. İnsanlardan korkan bir insanım ben. Bunu itiraf etmenin ağır yükü nasıldır bilir misiniz? Deli diyorlar adama. Eskiden bundan da korkardım. Artık umursamamayı öğrendim. İnsanların durup dinlenmeden denenmiş kişiliklerden bir tanesini üstüme denemesinden bıktım çünkü. Kullanılmış bir ruh satın alacağıma deli olmayı tercih ederim! Onlar hep sıradan şeyler dilediler benden. Sıradan bir insan olmamı istediler. Olamayınca anormal dediler. Anlamadım ben. Normal neydi? Anarmol kimdi? Yaşadığım bunca yıl normal olmaya çalıştım. Yani onların istediği gibi. Olamayınca anladım. Onlar'dan korkuyordum ben. Onların normal dedikleri bir insan olamamak bile bunu kanıtlıyordu.
Çocukken arkadaşlarım çarpım tablosunu ezberlerken benim odama çekilip kitap okumamdan anlamıştı aslında annem. Nasıl çocukmuşum ben? Kitaplarda buluyordum oysa ben kendimi. Geceleri erken yatardım uykumdan kredi alıp hayal kurmak için. Çok hayal kurdum. Ama kısa sürede anladım bunların sadece bir hayal olduğunu. Hayatın gerçeğiyle daha çocukken tanıştım ben. Sonra hayallerimi okuma imkanı buldum kitaplarda. Birileri benim hayallerimi yazıyordu. Hatta daha iyilerini de gördüm. Hazır hayalleri tüketmeye başladım. Oysa çevremdeki her insan bir koşuşturma içindeydi. Okulumu bitirmeli ve bir meslek sahibi olmalıymışım. Sonra da evlenmeli. Neden evlenecekmişim? dedim. Hayat yalnız çekilmez dediler. Kimin hayatından söz ettiler? Neden bunları yapmam gerektiğini sordum. Çünkü bunlar doğrular dediler. Kime göre doğruydu bütün bunlar? Hayatın bu olduğunu söylediler bana. Hayatın başka insanların hayallerini gerçekleştirmek olduğunu öğrendiğim anda bitmişti aslında hayat benim için. Bana ihanet etmişti Tanrı! Beni böyle yaratan da oydu, bana hayatın aslında bir hiç olduğunu söyleyen de. Çelişkilerimden fırsat bulup yaşayamadım zaten. Kaçtım işte hayattan. Dolayısıyla insanlardan.
Şimdi kendi ölümümü hazırlıyorum. Dayanmaya çalıştım, olmadı. Herkes tutundu bu dünyaya. Demek ki Onlar'ın istediği gibi yaşamak lazımmış tutunabilmek için. Eğer gerçekten öyleyse tutunanlardan hesap sormak istiyorum! Bunca insan varolmuş şeyler peşinde hızla yuvarlanıyor. Birde aşkı yaratmışlar. Garip bir şey... Karşındaki insan senden bahsediyorsa eğer sana, ona aşık oluyorsun! Sahipleniyorlar sonra birbirlerini. Bırakmak istemiyorlar ölümün kucağına. Beni de sahiplenen insanlar gördüm. Annem sen ölürsen yaşayamam derdi. Bana sarıldığında ben de kollarımı onun için açtığımda onu sevdiğimi sandı sanırım. Oysa ben sadece normal görünmeye çalışıyordum, işte tam Onlar'ın istediği gibi. Ben anlamadan bana tutunmuşlar meğer. Ben tutunamadım. İnsanların olmadığı bir evren hayal ettim hep. Bana sarılan insanlar olmadan da yaşayabilirdim.
Soylu gözükmüyor artık yaşama fikri gözüme. Yarattığım dünyaya dokundular pis elleriyle. Ben de gitmeye karar verdim. SEVİyesiz bir ilişkim vardı Tanrıyla. Şimdi ölüme hazırlanarak seviyemizi eşitliyorum. O yaratmakta ustaysa ben de ölümlerde ustayım.
Seviyemizi eşitlemek için geliyorum Tanrı(m).
Kazdığın bok çukurunda insanları geride bırakarak...

5 Temmuz 2010 Pazartesi


Cemil Meriç

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Hani hiç durmak istemeyipte birden sevdiğin, tanıdığın bir şarkı çıkınca şu şarkı bitmeden çıkmayalım dersin ya dükkandan...

2 Temmuz 2010 Cuma





güneşin battığı yerdeyim
mümkün değil sana dönmem
biz olmuyor sen olmadan
kovulmuşuz bu dünyadan

mutluluğu ararken hayatım boyunca
geldiğim yer başladığım nokta
gönülde taş, gül kaldırımda
ağlamayı sor bi yağmura
sırılsıklam bir de bana

mutlu olmak istiyorum
artık gülsün şu yüzüm
tanrım ben insan değil miyim?
mutlu olmak istiyorum
sevmek benimde hakkım
yok mudur bir yenisi şu kalbin?

mutlu olmak mutlu olmak mutlu olmak
mutlu olmak istiyorum


Bu kadar tatlı, bu kadar sempatik biri daha var mı dünyada?

1 Temmuz 2010 Perşembe

Bazı günler bakamıyorum insanların yüzüne.
Kalabalıkta insanları gördükçe midem bulanıyor
Kusmak istiyorum.



Bugün.
İnsan olduğunda haber ver Selim.

29 Haziran 2010 Salı

Bir vaktin gölgesindeyiz ikimizde. Sırayla sıramızı bekledik birbirimizi sevmek için. Zaman geçiyor... Bezm-i elestten bu yana bana ait olduğunu bildiğim halde bekledim seni. Sabrı seninle öğrenmekti benim yaptığım.
Bir tedavi başlangıcı. Seni sevmek için sana ulaşmak. Biraz daha yaklaşmak, böylece beni sevmeni sağlamak. Belki de yaptığım şey bir işti.... Bu dünyaya ait olan bir şeydi belki de seni sevmek. Seni sevmek yaratıldığım andan itibaren seni aramaktı. Bulduktan sonra daha çok aramaya başladım seni, iç dünyanda.
Bir başlangıcı tatmak üzereyiz şimdi ikimiz. Yeni bir dünya açmak üzereyiz gezegenimizde. Güneşin sadece bizim için doğduğu yeni bir güne uyanmak üzereyiz.

Hissediyorum çok yakında
Aşk ilinde doğan bir güneşe merhaba demek için
Geleceğini biliyorum.

Ve o zaman gözlerine bakıp
Seni çoktan tanıdığımı söyleyeceğim
Bezm-i elestten bu yana..


25 Haziran 2010 Cuma


"Bir çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim, kelimeden, sevgiden bir köprü. Sanat düşüncenin, düşünce mukaddeslerin emrinde olmalı. Hakikat, mukaddeslerin mukaddesi.. Hakikat ve sevgi.

Hafızasını kaybeden bu zavallı nesilleri biz mahvettik, bu cinayet hepimizin eseri, hepimizin yanı aydınların."

Cemil Meriç

Hayat, sen-le ben arasında bir çizgiydi sadece. Bekledim seni, çizgiyi aşmanı. Yanımda olmanı. Ne zaman ayağını bu tarafa atsan aklın kalıyordu oysa çizginin diğer tarafında...
Kuyudan, yukarıda kuyuya bakan çocuğa; burası çok karanlık çocuk! Burası çok soğuk. Üşüdüm yıllarca, yıllarca kahrettim yalnızlığa, yıllarca aradım durdum bu küçücük kuyuda. Çok pis burası çocuk, yıllarca aradığım sevgiyi bulamayacağım kadar pis. Diplere dalmak istedim sonra, en diplere.. ama korktum. Beni bekleyen sonun ne olduğunu bilmiyordum. Çizgiyi geçemedim. Hadi aş artık çizgini de atla kuyuya. Biliyorum sana yine ulaşamayacağım. En diplere gömüleceksin yine. Yine korkacağım. Cesaretsizliğim yüzünden sevgiden mahrum, her an kuyuya mak-kum öleceğim. Yine de, Çizgini aş ve kuyaya atla!
Bekliyorum hala. Ne zaman tanrının beni izlediğini düşünsem biraz daha öfke depoluyorum eriyen ruhumda. Sevgiyi bekliyorum hala. Kuyuya atlamaktan çekinen küçük çocukların ruhlarını satın almaya karar veriyorum bir an. Sadece bir an kötülüğü düşünüyorum.
Yukarıdayken, salıncakta sallanırdık. Duygularımız kırılmasın diye kenara koyardık... Çoğu çocuk unutup gitti.
Duyguları olmadan yaşadılar.
İyi oynadılar...
Ama;
Duygusuz çocuklar kuyudan korktular...

24 Haziran 2010 Perşembe

Yollara çıkmak ve bir fahişenin günah aradığı gibi benliğini aramak.
Çok zordu artık hayal kurmak ve bizde yorulmuştuk. Çoğu zaman olmayacak şeyler istedik inanmadığımız tanrıdan, karşılık bekledik ama ne bir ses ne bir haber. Hep mutsuzduk. Belki de inanmak lazımdı, belki biraz sevgi... Ama yokluk cennetinde sevgiyi 'bul-mak'ta bize düşmüyordu. Bunca insan vardı? Bunca varlık... Bize mi kalmıştı en iyisini düşünmek. Köşemize çekildik bizde. O pis kokulu, kimsenin olmadığı sokak kenarları. Hiçbir iyi insan dönüp bakmadı. Kötülükle savaştık yine de. Bir cennettesin insanoğlu diyenlere inat. Sahi ya... Sürekli teselli vardı birde. Her şey için bir teselli yaratmışlardı. Dünya kötü diyorduk o zaman cennete gitmek için çabala diyorlardı...
Çaba? Çabalamakta bize düşmüyordu, en azından yakışmıyordu. Köşemizde ölüme mah-kumduk. ve son bir isteğimiz vardı belki insanlıktan belki de tanrıdan. Son bir istek. Son nefesimizi verirken gökyüzünün masmavi olduğunu görebilmek...

23 Haziran 2010 Çarşamba

oh lucifer oh laisses-moi rien qu'une fois
glisser mes doigts dans les cheveux d'esmeralda

Fransızcayı seviyorum.
Bu şarkıyı da...

22 Haziran 2010 Salı

Yazmak istiyorum. Bazen hayatımı yazmak istiyorum bazense başımdan geçen çok sıradan olayları anlatmak istiyorum. Seslenmek istiyorum insanlara. Onlarla aynı dili konuşmak istiyorum. ''Aaa bak ben de böyle düşünmüştüm''den çok ''Aa ben bu tarafını düşünmemiştim hiç bu olayın'' demelerini istiyorum yazılarımı okuduklarında. Mutlu olmak istiyorum yazıklarımla. Yazıklarımı okuyup ''Güzel yazmışım, tekrar otur yaz aynı yazıyı deseler yazamam heralde'' demek istiyorum.
Ama olmuyor işte. Alıyorum elime kağıdı kalemi birkaç cümle sıralıyorum. Olmuyor. Anlatmak istediklerim gittikçe sıradanlaşıyor. İşime gelmiyor sonra yazmak.. Sonra devam ederim diyerek bırakıyorum. Ama biliyorum ki bu işin sonrası hiç olmuyor. İnsan yazmaya başladığı vakit bitirmeli o yazıyı. Belki de sırf bu yüzden ileride bir kitabım olmayacak. İnsanlar ''Hey, kitap nasıl gidiyor bakalım?'' dedikleride onlara ''Sıkıldım bıraktım yazmayı'' mı diyeceğim? İnsan anlatmak istediklerinden sıkılır mı hiç?
Artık çektiğim acıdan bile sıkılır oldum. Acımı yansıttım bunca yazımda. Hep kendimden bahsettim, hep hedefim insanlardı; seçtiğim yol umutsuzluk. Aslında bunu anlatmak istemedim ben. Benimle aynı düşünceye sahip olmayan insanların beni anlamasını bekleyemem ya? Ben olmalıydı herkes, olaylara bakış açımı bilmelilerdi, yazıyı okuduktan sonra acılarını dindirmelilerdi. Ama aslında anlatmak istediğim bu değildi.. Anlatmak istediklerim çok başkaydı, yazdıklarım çok başka. Denedim.. Değişik şeyler yazmayı, kurgulamayı denedim. Ama olmadı; kurguladığım insanlar bile benim gibi düşündüler, hep insanlara mesaj vermek istediler. Hareketleri tavırları, hep insanlardan uzaklaşmaktan yanaydı. Ben de öldürdüm tüm kahramanları, tüm kurguları. Hepsi birer palavraydı. Hepsi küçük birer Cansu.
Yazmak istiyorum. Belki de bir öykü.. Girişi gelişmesi sonucu olan bir yazı. Bir şeyler.. Haldun Taner ödülünü almak istiyorum. Hayalimin ütopyasında olmak istiyorum sadece. Bir öykü tasarlamak istiyorum. Kafamın içinde dönüp dolaşan binlerce kelime varken ben hala öykümün konusunu bulamıyorum. Dolaşıyorum, tüm şehri turluyorum, tüm insanlar sıradan geliyor... Tüm yaşantılar anlatılmayacak kadar değersiz.
Bir Barış Manço olup yediden yetmişe herkese hitap edemeyeceğim sanırım, ya da bir Oğuz Atay olup insanların içlerindeki acılarla dalga geçmelerini öğretemeyeceğim insanoğluna.. İşte yine başlıyorum, umutsuzca cümleler kurmaya. Sanırım ben sürekli kendini tekrar eden bir kalemim. Sürekli aynı cümleleri kurmakla görevlendirilmişim. Kelime haznem çok kısıtlı, o yüzden hep aynı kelimelerle farklı cümleler kurma çabam. Ama olmuyor. Duygunun az olduğu bir yaşamda nefret duygusunun doruk noktasına ulaşmış bir kalem sadece aynı kelimelerle aynı cümleler kurabiliyor.
Ben sürekli savaşıyorum insanlarla, sürekli savaşmaya devam edeceğim. Durmaksızın onlarla yarışacağım. Onların içinde olmadıkça da istediğim güce sahip olamayacağım. Bir öykü yazmak için onların içinde olmam lazım.. Ama onlara uzaktan bakmakla yetiniyorum sadece. Aralarına sokulduğumda hayatlarını sıradan buluyorum.
Ahh insanlık, bilsen kafamın içinde dönüp dolaşan düşünceleri, bilsen benim için Dünya-sız'lığın değerini. Beni biraz anlamaya başlasan veya... Gelir bir öykü olursun kalemimden çıkan.
Çocukken kilitli defterlerin içine yazılmış aptalca sözler vardı ya hani; ''Bana bu kalbin kadar temiz sayfayı ayardığın için... Daha fazla yazacak-idim ancak; kalemimi tavşanlar yedi.'' işte o cümleleri tüketerek sıradanlaşan bir çocukluğun üstüne, kalkıp nasıl da bir kitap yazmamı bekleyebilir ki insanlar? Ben insanlardan hep o cümlelerle kaçtım... Daha fazla yazmak isterdim ama.... Mürekkebim mi bitti diyeceğim okurlarıma? Daha fazlasını yazarım elbet, elbet daha çok yazarım. Ama bir noktadan sonra yalanlar başlar. İnsanların arasına girmek için tükettiğim yalanlar gibi. ''Aman tanrım bugün ne kadar da güzelsin.'' ''Bebeğim seni ne çok sevdiğimi bir bilsen.'' ''Bugün ne kadar güzel bir gün, seninle çıkıp şimdi sahilde oturmak için nelerimi vermezdim.'' ''Bu kalbin kadar temiz sayfayı bana ayırdığın için...'' vs. bu sıradan cümleleri onlardan birisi olmadığımı anlamamaları için insanoğluna sarf edip durdum yıllarca. Şimdi kalkıp onların içinden bir hayatı nasıl yazacağım? Kurgulamak istediğim kahramanlar başta onlardan birisi olacak sonra sıradan cümleleri tüketecek kalemim sonra ise... Sonra yalanlar başlayacak. Sonu gelmeyecek yalanlar.
Yaşadıkça yalan söylemeye devam edeceğim. Bencillikle donanmış bir dünyada, yalandan kelimeler olmadan yaşayamaz insan. Anlamaz yoksa yaşadığından. Gerçeğe yani mutsuzluğa yönelir. Mutluluk gibi bir şeyi yaratmış insan kalkıpta mutsuzluğu seçer mi? Seçmez! Bu yüzden yalanlarına devam eder... Yaşadığı süre boyunca bencilliği uğruna yalanlarını sıralamaya.. Sonra mutluluğu bulur. Mutlu olur. Yaşam'ı sever. Gitmek istemez. Dünya'yı bırakmak istemez. İnsanları..
İşte yine başladım yazmak istediğim şeyden çok uzaklara gitmeye. Ahh bu beynim. Durmadan çalışmak zorunda mı? Durmadan düşünmek zorunda mı? Durmadan bir şeyler zırvalamak zorunda mı? Susturmak istiyorum beynimi, ya da tek bir şeye odaklanmasını istiyorum. Tek bir hayata. Kurguladığım yaşama odaklansın... Beynim yazmak istediklerim için çalışsın sadece, anlatmak istediklerim...
Ahh insanlık, beni ancak şu sıradan hayatlarınız çok üzüyor. Biliyorum. Benim hayatım aranızdaki en sıradan hayat. Belki de bu yüzden çok üzülüyorumdur...
Çok farklı beklentilerim, çok daha güzel isteklerim var yaşamdan. Ama biliyorum olmayacak şeyler bunlar. Düşüncede kalıcak hepsi, yazıya bile dökemeyeceğim. Beceremiyorum... Yazmayı beceremeyen insan yaşamasın daha iyi. Gidiyorum insanlık. Yazmak için gidiyorum. Yazamazsam... Yazamazsam eğer, son yazımı yazacağım belki de. Bir intihar mektubu. Ama belki onu da yazmaktan vazgeçerim kim bilir... İntiharım bile sıradan olur böylelikle. Her yaşantı gibi.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Ve kadın dönüp adamın kulağına fısıldadı:
''Seni seviyorum''
Adam kadını hayali arkadaşlarından birisi olarak saymaya başlamıştı,
''Sen yoksan bile seni sev-mek beni var ediyor.''
Çevresine bakındı ve hızla uzaklaştı.

Şizofren olmak istiyorum.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Üç dakika içinde kendini yok eden bir ruh girmiş bedenine.

Sarhoşken söylediğin hiçbir sözü hatırlamazsın sanırdım.
Oysa gam biriktiriyormuşsun hala.

Biraz korkmuş biraz ürkmüş,
Belki de biraz pişman
Çocuksu bir suratın vardı
Ne desen kabul etmeye hazırdım
Ama tutmadı dileklerimiz
Atmosfere giren her yıldızdan medet ummuştuk oysa
Özür diledim bu sefer sadece

Yıl-dız-lardan

18 Haziran 2010 Cuma

Ve sonra sustu.
Yapamam baba diye yalvarıyordu gözleri.
Bu dünyada yaşamak çok zor.
O anda anladım,
Çocuklara sevinç duygusunun
Hayal duygusunun
Neden bu kadar çok aşılandığını.
Farketmesinler istiyordu ,
Dünyanın kötülüğünü küçük bedenleriyle çekemezlerdi.
Yaşasınlar istiyordu.

Düş çocuk, düştükçe göreceksin üstadların ayak izlerini!
Cinayeti öğrendiler... onlara öylesine heyecan veriyordu ki bu, spor olsun diye birbirlerini öldürmeye başladılar ve savaşı buldular; en büyük adım buydu onlar için.

12 Haziran 2010 Cumartesi

Hastalıklı bir ruha sahibim.
Kalbim ritim tutmaktan yorulmuş artık.
Bedenim de çoktan pes etmeye razı..
Yine de bir şeyler ters gidiyor,
Adam akıllı yaşayamadık bari,
Hayatın yırtıklarından saatin tik-taklarını dinlemekte hoş değil hani
Gidelim dedik
O da olmadı..
Onu da beceremedi bu ruh
Koltuğundan kalkıp ölmeyi bile beceremedi.

Sev dedim,
Olmadı

Tutun dedim hayata,
Bir insana,
Belki de bir çocuğa
Tutunamadı

Bu ruh,
Beni dinlemiyor artık
Sonu geldi.

8 Haziran 2010 Salı

Tanrı biliyor ya! Çoğu zaman bir daha uyanmama isteğiyle hatta umuduyla yatıyorum yatağıma; sabah gözlerimi açıpta güneşi gördüğümde içerliyorum...

Goethe

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Ne kadar da benziyor yalnızlığım, sustuğun anların dayanılmaz burukluğuna.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Biz durmadan hayal kuranlar ve kurduğu her hayalin sonunda mutsuz olanlar ve bir ümit hesabına tekrar üzülmeyi göze alanlar,
Biz sevilmeyi hakettiğini düşünen bu yüzden seven, yani yine kendisini seven,
Biz aşkı oyun sanıp, sek sek oyununun sayılarına sırayla taş atmak misali çizdiğimiz sınırlara sürekli taş atanlar,
Biz inananlar, bu yüzden yaşayanlar,
Biz hep kayıp verdik.

Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burda.
Acı çekiyoruz!

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Zamanın ti sesiydin,
Boğuk boğuk girdin hayatıma
Çığlıklarla çıktın gittin.

23 Mayıs 2010 Pazar

-di'li geçmiş zamanımın, iy(e/i)lik eki.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

21 Mayıs 2010 Cuma

Korkularımın son suçlarını birbirine tutturuyorum acılarla. Sonra upuzun bir yığıntı oluyor hayatıma. İpi geriyorum tavanın en pis köşesine. Boynuma bağlıyorum, isteksiz. Son bir kez diyorum. Son kez kötülük yapmak için bakıyorum odaya. ''Hey dünya, gerçekten kötüsün'' diye bağırarak son yalanımı da atıyorum çamur gibi... dünyaya. Ayaklarımın altındaki Hayat taburesini deviriyorum. Ellerim son kez boğazıma gidiyor. Son kez çırpınıyorum sanki faydası olur gibi. Son kez iğrenç nefesimi savuruyorum havaya.